Loading...

YAZILARIM


Mitolojiyi hülâsâ eylemek...? 
Mitoloji, epiksel özellikler içeren bilhassa tanrı ve tabiat ile ilgili her türlü ambiyansın entegre olmuş halidir. İnsan düşgücünün ürünü olup, belli sorulara cevap verme niteliği taşıyan bir doktrin veya edinim olarak ortaya çıkabilir. Mitos hakkında sorulması gereken doğru soru, ¹"onun gerçek olup olmadığı değil onunla ne yapmak niyetinde olunduğudur." (¹Samuel Henry H. - Ortadoğu Mitolojisi - s13,14) Bu bağlamda kendi fikrimi beyan etmek gerekir ise, bir nevi çıkar ve amaç uğruna yapılan bir fonksiyon olduğu kanısına varmaktayım. sözgelimi "Timur imp. kurucusu, Timur' un kendini Cengiz Han' ın soyundan göstermesini" söyleyebilirim. Hulâsa mitler, bir bilgi kaynağı olarak da kullanılabilir. Hiç şüphesiz, mitler doğdukları kültürler hakkında bize bilgi verdiği hatta öğretide bulunan bir işlev konumunda olduğunu söylemek doğru olur. Bunu örneklemek gerekir ise de "Eskiçağ yaratılış mitoslarının hiçbirinde, yaratılış kavramı ile karşılaşmamış olmamız ve yaratılış ile ilgili ilk mit bir aranje niteliğinde olan Sümer Yaratılış Mitosu, bir lansman şeklinde ortaya çıkmış ve bir kaosa; kargaşaya dur demiştir.
  28 Nisan 2021
*
TARİH NEDİR ?
"Tarih bilim değildir, bilimin üstünde bir şeydir." Droysen
  Tarih bir toplumun mihenk taşıdır. Tarihi bilmek demek geçmişi göz önüne alarak geleceğe şekil vermektir. Kıt kanaat düşünen insanların çepeçevre sardığı Dünya' da, tarih efsunkâr bir nimettir. (zannımca Tarih bilimini  ben her zaman, Tıp bilimi ile  mukayese ederim. Neticede biri "bir insanın hayatını kurtarır," diğeri ise "bir toplumun hayatını.") Geçmişte yaşanan bir olayın tarih niteliğine kavuşması için, tarihi vesika önemli bir yer tutar. Bu vesikalar ışığında o dönem ile diyologlar kurulabilir.    "Tarihi vesika ile başlar", Eski Mısır tarihindeki tonlarca belge buna örnek olarak verilebilir.Tarihi ile uğraşmak büyük ehemmiyet geretiren bir iştir. Bundan mütevellit "Tarihçiye" büyük görevler yüklenir, iyi bir tarihçi olmanın yegâne şartı farklı boyutlar ve açılar ile düşünmesi; sorular, cevaplar, kanıtlar üçlemesi ile konuyu ele almasıdır. Tarihçi tıpkı bir dedektif gibi hareket etmeli ve hayal gücü ile konuyu harmanlayıp ortaya koymalıdır. Tarih, tekrarlanabilir bilim dallarından farklı olduğu içün ele aldığı konuyu farklı sorular sorarak incelemedir,hülâsa: bir sınıfta olduğumuzu farz edelim ve duvardaki saati ele alalım, saate ilk baktığımızda aklımıza gelen ilk soru "saatin kaç olduğudur." (veya sınıfta bir öğrenci isek dersin ne zaman biteceği...) Amma Velâkin bu soruları bir tarihçi sorarsa: "saati kimin yaptığı, yapımında kimlerin çalıştığı, duvara kimin astığı, nerede yapıldığı, hangi malzemelerin kullanıldığı, nasıl bir ulaşım aracı ile buraya geldiği, ne amaçlarla kullanıldğı vb. gibi sorular sorarak konuyu geniş bir yelpaze ile  değerlendirip,tartıp anlamaya çalışır. Tarihçi için bilgiden ziyade düşünce dünyası da önemlidir nitekim tarih bilmek insanın basiret gözünü açar, tedbirli; tecrübeli kılar. geçmişi baz alarak gelecek hakkında tahminler yapmamızı sağlar...(Geleceği görmeyi kim istemez ki ?)   
"Bizler ileriye dönük olarak yaşıyoruz, hayatımızı geleceğe göre şekillendiriyoruz ama hayatımızı geçmiş sayesinde anlıyoruz." Soren Kierkegaard
*
16.03
4 sene önce bugün, beni hayata getiren, bana insan olmayı, sevmeyi öğreten; ilk öğretmenim olan annemin, beni hayatla girdiğim savaşta yalnız bırakmasının 4. Yılı. Hayatla girdiğim bu zorlu muharebede beni zırhı ile kuşandırdığı için, nefes aldığım süre zarfı boyunca; ömrümün ifa ettiği yere kadar, benimle birlikte yaşayacak, nefes alacak ve bu zorlu muharebede bana bir kalkan olacaktır. Bu zorlu muharebede, benim ittifağım "Insanlık" ile olacaktı!.. amma velakin yıllar önce hürriyet apartmanı bodrum katında hayata gözlerini yuman insanlık (diğer bir deyişle dârül bekâya irtihal etmesinden mütevellit) bu zorlu muharebede beni tek bırakmış ve gülünç bir duruma sokmuş oldu. Hayata karşı 4 senedir kusursuz bir şekilde savunma yapan bendeniz, sayısız yaralı ve kayıp vermeme rağmen muhteşem bir savunma savaşı yapıyor ve nefesimin son bulucağı zamana kadar bu savaşa devam etmeyi umud ediyorum(?)...
Hayata karşı öyle büyük bir savaş ceryan ediyor ki savunma hattı kırılıp, içeriye giren düşman süvarileri buldukları tüm kitapları tıpkı "Fahrenhayt 451" de olduğu gibi toplu bir şekilde diri diri yakacak ve bizi/beni oksijensiz bırakacaktır!
Oksijensiz kalmamak için savaşıyoruz.


"Ay’ın Perspektif Işıltısı ve Hitit Ay Tanrısı Kaşku" yazım için TIKLAYINIZ
*
"Eski Mezopotamya’da Yer Altı Dünyası İnancı" yazım için TIKLAYINIZ
*
"Mezopotamya’nın Bereket ve Bilgelik Tanrısı: Enki" yazım için TIKLAYINIZ
*
"Hz. Muhammed’in Peygamber Olması ve Hicret" yazım için TIKLAYINIZ
*
"Hudeybiye Anlaşması: İslam Tarihinin Dönüm Noktası" yazım için TIKLAYINIZ
*
"Aranzah: Dicle Nehri’nin Gizemli Tanrısı" yazım için TIKLAYINIZ
*
"Maniheizm: Antik Düalizmin İzleri" yazım için TIKLAYINIZ
*
"Otlukbelin
'den Çaldıran Savaşına" yaızım için 
TIKLAYINIZ
*
DÜNYA' NIN ŞEKLİ ÜZERİNE AMATÖR BİR BAKIŞ
Descartes (Fransız filozof, matematikçi ve bilim insanı) ile hayatımıza giren deneyin ve gözlemin merkezde olduğu 300 yıllık bir paradigmadan yola çıkarak edindiğim bilgiler...
  Dünya'nın şekli ile ilgili bilinen ilk isim olan Pisagor, Dünya`nın Güneş etrafında döndüğünü ve yuvarlak olduğunu ileri süren ilk kişidir. Ancak savunduğu bu teze inana onun gibi adamlar harici başka biri olmamıştır. Pisagor`dan iki yüzyıl sonra Aristo, gözlemleri sonunda Dünya`nın yuvarlak olduğunu söylemiştir.   Bu saf bilgiyi biraz harmanlayacak olursak...   Dünya' nın şeklini izah etmeye çalışan memleketlimiz ve ilk bilim insanlarından olan Miletoslu(İzmir'li) Tahles ve Anaksimandros Dünya' nın şeklini izah etmeye çalışmışlardır. Kimileri Anaksimandros 'un Tahles' in öğrencisi olduğunu söyleseler de ikisinin aristokrat sınıfına mensup iki arkadaş olduğunu söyleyenlerin tezleri daha güçlüdür. Tahles evreni ve doğayı dini baskıya maruz kalmadan anlamlandırmak için Mısır'a gider ve orada tanrının yardımı olmadan bazı şeylerin olabileceğini kavrar, yani; Nil' in taşkınlığının matematiksel geri dönüşümünü görmüş ve tanrının yardımı olmadan bazı şeylerin izah edilebileceğini keşfetmiştir. Tahles bu yeni edinimleri ile Miletosa geri dönerek bu yeni edinimlerini Anaksimandros ile paylaşmanın heyecanı içindedir, geri dönüş esnasında Sümerlilerin Darkullu teorisini de öğrenmiş ve Miletosta Anaksimandros ile evreni tanrılar olmadan izah etmeye çalışmışlardır...Tahles sümerlilerin teorisi olan Dünya' nın su üzerinde bir disk şeklinde yüzdüğünü ve o suda çıkan fırtınalar ile depremlerin olduğunu Anaksimandros a açıklar, Anaksimandros Tahles in evren izahına şu yorumu katar, eğer Dünya bir su üzerinde duruyor ise o suyu tutan nedir eğer o suyu tutan bir şey varsa o suyu ne tutuyor…??diyerek çıkmaz sorulara cevap bulamazlar. Anaksimandros, Tahles' e Dünya’ nın bir boşlukta olduğunu ve sonsuz olduğu fikrini söyler. ( S. Hawking' in hiçlik fikri Bigbang den önce hiçbir şeyin olmadığı teorisi, Anaksimandros Dünya nın sonsuzdan gelip sonsuza gittiği izahı ile bu teoriyi MÖ 600-700 civarları çürütmüştür. Aynı zamanda Hawking in teorisinin şu an yanlış olduğu teorik olarak kanıtlanmıştır.) Ayrıca Anaksimandros gemi kaptanlarına tenkit ettirerek yapmış olduğu harita ile de tenkit fikrinin doğmasına yol açmıştır... Çok bilinen yanlışlardan biri teleskopun Galileo Galilei tarafından icat edildiğidir, teleskopu icat edenler Hollandalılardır, değiştirerek kullanan kişi ise Galileo' dur. Galileo, Ptolemaios (islamı adı Batlamyus) 'un Dünya' nın kâinatın merkezi(yani her şey Dünya etrafında dönüyor) olduğu tezine karşı çıkmış ve Kopernik' in tezi olan kâinatın merkezî Güneştir i savunmuştur. Kopernik savunduğu fikri ile İlk Çağ da Yunan düşünce dünyasında önce Pisagorcuların sonra da Sisamlı Aristarhos(Yunan gökbilimci ve matematikçidir, Evreni Güneş merkezli olduğunun ilk savunucularındandır.) tarafından geliştirilen Güneş merkezli evreni tekrar gündeme getirmesi olmuştur. Kopernik 'ten yararlanarak; doğal hareketin dairesel değil, düz çizgisel olduğunu ilk fark eden Galileo' dur. Ptolemaios, bazı gezegenlerin hareketlerini izah edebilmek için daireler üzerinde daireler var saymak zorunda kalıyor ama Kopernik' in fikrinde buna gerek kalmıyor. Tycho Brahe(Danimarkalı astronom) gezegenleri çok detaylı bir şekilde izleyip tablolandırıyor ve Prag a gidiyor o sıra da Galileo Hollandalıların teleskobunu geliştirip Ayın yüzeyini inceliyor ve bakıyor ki ayın yüzeyi Aristotales' in dediği gibi mükemmel değil bir sürü krater var.(Galileo bu kraterleri Deniz sanıyordu) Galileo ayları: Ganimad, Kalista, IO, Avrupa yı keşf etmiş bu gelişmeler olurken bir kardinal ve arkadaşı olan Belarmino yu keşfettiği şeylere görmesi için teleskopa bakmasını istemiş ama Belarmino onun içinde şeytan var diyerek redd etmiş ve Galileo Yuşah kitabındaki dini kısımlara karşı geldiği gerekçesi ile engizisyona(Engizisyon, Katolik Kilisesi'ne bağlı bir mahkeme sistemidir.) çıkarılmştır. Engizisyona çıktığında ilk söylediği şey "yine de dönüyor"... Johannes Kepler (1571-1630), Tycho Brahe nin gözlemlerini kullanarak gezegenlerin yörüngelerinin daire değil elips olduğunu keşfetmiştir. 1609 da Astronomy Nova(Yeni Astronomi) eserini yayınlıyor ilk 3 kuralı ise: 1. Her gezegen odaklarının birinde Güneşin bulunduğu elips şeklinde bir yörünge de hareket eder. ( Galileo da yaptığı deneyler ile bunu ispat etmiştir, doğal hareket doğrusaldır.) 2. Gezegeni Güneş e birleştiren yarıçap vektörü eşit zamanlarda eşit alanlar tarar. Gezegen elips etrafında dönerken ivme ve hız sürekli değişiyor... Kepler zamanındaki matematiğin gelişmemiş olması unutulmamalı, bu şu demek gezegen hareketini tasvir edebilmek için sürekli değişen değişkenlerin matematiğe ihtiyacı olmasıdır. Bu matematikte ancak Newton zamanında ortaya çıkıyor. 3. Bir gezegenin yörünsel periyodun karesi(T²), Yörüngenin uzun eksenin yarısının (r³) kübüyle doğru orantılıdır. T² ∝r³   Yani bütün gezegenler için...   T²/r³=K   Bu Kepler' in "âlemi uyum" dediği şeydir. Kepler bir çekim kuvvetinin olduğunu da buluyor ama tasvir edemiyor.
  Sonuç: 
Dünya'nın ve evrenin şeklini izah edebilmek için oluşturulmuş tüm fikirlere bakmak ve incelemek gerekir, tarihte hiçbir şey durup duruken olmamış sürekli bir devinim halinde yeni bilgiler veya olaylar eklenilerek devam etmiş ve bir ders çıkarma sürekliliği ortaya çıkmıştır. Tıpkı Albert Einstein i anlamak için Galileo yi anlamamız gerektiği gibi... Galileo ya gittiğimiz zaman ise Aristo fiziğinin eleştirisini gördüğümüz gibi, Aristo Doğal hareketin dairesel olduğunu Galileo ise doğal hareketin çizgisel olduğunu ve hareket eden bir nesnenin üzerine herangi bir kuvvet etki etmezse o nesne sonsuza kadar o hareketle devam eder anlayışı Galileo yu zor duruma sokmuş ve ilk defa orta çağ müslüman dünyasını aynı zamanda hıristiyan dünyasına egemen olan Aristo fiziği rafa kaldırılmıştır... Galileo 'nun fikirleri Newton' u da etkilemiş aynı zamanda Kepler dönemindeki matematiksizlikten oluşan yoksunluğu gidermiş aynı zamanda Kepler in bütün gezegen yörüngeleri elipstir fikrinden yola çıkarak elips olabilmesi için sürekli bir kuvvetin etki etmesi lazım diye düşünerek bunu "entegral ve disfensiyal" hesabı icat ederek hesaplamıştır. Newton un bu hesabı sayesinde ağaçtan düşen bir elmanın nasıl düştüğünu aynı zamanda da gezegenlerin yörüngelerini hesaplanabilir kılmıştır.
   
*
Evrenin Keşfi ve Evrimin Yolculuğu: Kozmoloji ve Evrim Teorisi Arasındaki İlişki
İnsanlık tarihindeki en büyük merak unsurlarından biri, evrenin kökeni ve içinde bulunan yaşamın nasıl ortaya çıktığıdır. Bu merak, kozmoloji ve evrim teorisi gibi disiplinlerin gelişmesine zemin hazırlamıştır. Kozmoloji, evrenin genel yapısı, kökeni ve evrimiyle ilgilenirken, evrim teorisi ise yaşamın çeşitliliği ve karmaşıklığının nasıl ortaya çıktığını açıklamayı amaçlar. Bu iki alanın iç içe geçtiği ve birbirini tamamlayan yönleri bulunmaktadır. Kozmoloji, evrenin yapısını, genişlemesini, kökenini ve sonunun ne olabileceğini inceleyen bir bilim dalıdır. Büyük Patlama teorisi, evrenin yaklaşık 13.8 milyar yıl önce son derece yoğun ve sıcak bir noktadan başlayarak genişlemeye başladığını öne sürer. Bu teori, evrenin ilk anlarını ve zaman içinde nasıl evrildiğini anlamamızı sağlamıştır.
Evrenin bu genişlemesi, galaksilerin, yıldızların ve gezegenlerin oluşumuna yol açmıştır. Temel elementlerin hidrojen ve helyum gibi basit atomlardan türediği evrenin ilk dönemleri, yıldızların içinde daha ağır elementlerin oluşumuna izin vermiştir. Bu yıldızlar daha sonra patlamış, evrene daha fazla çeşitlilik kazandırmış ve yeni gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin doğmasına neden olmuştur.
Evrim teorisi, Charles Darwin'in 19. yüzyılda ortaya attığı bir teoridir ve yaşamın çeşitliliğini ve karmaşıklığını açıklamayı amaçlar. Bu teoriye göre, tüm canlı organizmalar ortak bir atadan türemiştir ve doğal seçilim mekanizması sayesinde çevreye uyum sağlayarak evrimleşmişlerdir. Doğal seçilim, canlıların daha iyi uyum sağlayan özelliklerinin nesiller boyunca aktarılmasını ve bu sayede popülasyonun çevreye daha iyi uyum sağlayacak şekilde değişmesini sağlar. Bu süreç sonucunda organizmalar, yaşadıkları çevre koşullarına uygun hale gelirler. Örneğin, kuşların farklı bölgelerde farklı şekillerdeki gagaları, beslenme alışkanlıklarına uyum sağlamalarını ve hayatta kalmalarını sağlar. Kozmoloji ve evrim teorisi, aslında büyük ölçüde birbirlerine bağlıdır. Evrenin oluşumu ve genişlemesi, yaşamın gelişimi için gerekli olan temel unsurları sağlamıştır. Yıldızların patlaması ve evrenin zaman içindeki değişimi, farklı elementlerin oluşmasına ve gezegenlerin, yıldızların ve galaksilerin meydana gelmesine olanak tanımıştır.
Evrim teorisi, yaşamın bu çeşitli ve karmaşık formlarının nasıl geliştiğini açıklarken, kozmoloji evrenin fiziksel koşullarını ve kaynaklarını sunmuştur. Bir anlamda, evrenin genişlemesi ve evrim teorisi arasında bir bağ vardır. Evren, yaşamın gelişimi için gerekli olan unsurları sağladığı gibi, yaşam da evrende varlığını sürdürebilmenin bir yolu olarak evrilmeye devam etmektedir.
Sonuç olarak, kozmoloji ve evrim teorisi, evrenin kökeni ve içindeki yaşamın gelişimi konularında önemli bilgiler sunar. Evrenin büyüklüğü ve yapısı ile yaşamın çeşitliliği ve uyum sağlama yeteneği arasındaki ilişki, insanlığın evren ve yaşam hakkındaki anlayışını derinleştirmektedir. Bu iki alanın keşfi, insanlığın varoluşunun ve evrenin sırlarının anlaşılmasına doğru atılan adımlardır. Kozmoloji ve evrim teorisi, insanlığın evreni ve yaşamı anlama yolculuğunun iki önemli ayağını temsil eder. Bu alanlar, bilimin ve insan merakının gücünü gösterirken, aynı zamanda insanların dünyaya ve evrene nasıl entegre olduğunu da gösterir. Geçmişten geleceğe uzanan bu yolculuk, bilgiyi ve anlayışı derinleştirerek insanlığın daha bilinçli ve sorumlu bir şekilde hareket etmesine yardımcı olur. Kozmoloji ve evrim teorisi, insanlığın evrendeki yerini ve yaşamın anlamını anlamak için attığı adımlardan sadece birkaçıdır ve bu yolculuk hiç şüphesiz devam edecektir. Kozmoloji ve evrim teorisi sadece geçmişi değil, geleceği de şekillendirir. Uzay keşifleri, evrenin sırlarını daha da derinlemesine anlamamıza yardımcı olurken, evrim teorisi sayesinde tıp, biyoloji ve ekoloji gibi alanlarda yeni fikirler ve teknolojiler geliştirilir. Bu alanlardaki ilerlemeler, insanlığın daha iyi bir geleceğe doğru yol almasını destekler. Kozmoloji ve evrim teorisi gibi konular, bilimsel düşüncenin gücünü ve önemini gösterir. Bu alanlar, kanıtlara dayalı yaklaşımlarıyla bilimsel yöntemin nasıl işlediğini örnekler. Bu, insanların dogmalardan ve önyargılardan bağımsız olarak gerçekleri arama ve anlama yeteneğini temsil eder. Bilim, insanların evrenin ve yaşamın sırlarını keşfetmelerini sağlar ve bu keşifler insanlığın bilgi ve bilinç düzeyini yükseltir. Kozmoloji, uzak galaksileri, kara delikleri ve evrenin kökenini araştırırken, evrim teorisi ise yaşamın kökenini, çeşitliliğini ve uyumunu incelemektedir. Bu iki alan, insanın merakını ve hayal gücünü harekete geçirir. Yıldızların doğuşu ve ölümü, galaksiler arası uzaklıklar ve evrenin sonsuzluğu gibi kozmoloji konuları, insanın yerine aitlik duygusunu ve insanlığın evrende ne kadar küçük olduğunu fark etmesini sağlar. Evrim teorisi ise, tüm canlı organizmaların ortak bir soydan geldiğini ve tüm yaşam formlarının birbirine bağlı olduğunu gösterir. Bu, insanın diğer canlılarla paylaştığı bağı ve doğanın bir bütün olarak işlediği gerçeğini vurgular.
 
*
Semavi Dinlerde Kadınlara Verilen Önem: Bir Değerlendirme
Semavi dinler, insanlığın tarih boyunca inançlarını şekillendiren ve toplumsal değerleri etkileyen önemli bir rol oynamıştır. Bu dinlerden olan İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik, kadınların rolünü ve değerini ele alırken çeşitli yaklaşımlar sunarlar. Bu makale, semavi dinlerin kadınlara verdiği önemi incelemekte ve bu dinlerin kadın haklarına yaklaşımlarını ele almaktadır.
İslam ve Kadın Hakları:
İslam, kadınların toplumsal ve dini yaşamdaki haklarını güvence altına almak için çeşitli adımlar atmıştır. Kuran'da, kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduğu belirtilir ve tüm insanların Allah'a karşı sorumlu olduğu vurgulanır (Nisa, 4:32). Kadınlara miras hakkı, eğitim hakkı ve mülkiyet hakkı gibi alanlarda da pozitif adımlar atılmıştır. Ancak, uygulamada bu hakların tam olarak hayata geçirilmesi zaman zaman zorluklarla karşılaşabilir.
Hristiyanlık ve Kadınların Rolü:
Hristiyanlık, kadınların rolünü farklı yönlerden ele almıştır. Yeni Ahit'te, İsa Mesih'in kadınlara olan yaklaşımı ve öğretileri, kadınların toplum içinde daha fazla önem kazanmasına katkı sağlamıştır. Ancak, Hristiyanlık tarihinde kadınların liderlik rollerine ve kilise içindeki pozisyonlarına ilişkin zaman zaman farklı yorumlar ve uygulamalar görülmüştür.
Yahudilik ve Kadın Hakları:
Yahudi geleneği, kadınları aile yaşamının merkezine koymuş ve kadınların aile içindeki rolünü vurgulamıştır. Kadınların ailedeki rolü, Yahudi toplumunda saygın bir konum kazanmıştır. Aynı zamanda, kadınlar da dinî eğitim alma hakkına sahiptirler ve dini görevleri yerine getirme sorumluluğuna sahiptirler.
 

 

Kaynakça
Badawi, J. A. (2005). "Kadın Hakları İslam'da." İstanbul: Herkese Bilim Teknoloji ve Düşünce Derneği Yayınları.
Ruether, R. R. (2002). "Cinsiyet, Din ve Kadınlar." İstanbul: Metis Yayınları.
Levine, L. I. (1986). "İnançlar ve Kurumlar: Yahudi Cemaati Tarihi." İstanbul: İletişim Yayınları.
Swidler, L. (1986). "Din ve Toplum: Feminist Perspektifler." İstanbul: İmge Kitabevi.

* 

İslamiyet'in İlk Kıblesi: Petra
Giriş
İslam'ın doğuşu ve erken dönemlerindeki ibadet uygulamaları, Müslümanların kutsal şehirleri ve kıbleleri arasında önemli bir değişim göstermiştir. İslamiyet'in başlangıcında Kudüs, Müslümanların ilk kıblesi olarak kabul edilmişken, daha sonra Kabe'ye yönelme geleneği başlamıştır. Ancak, İslamiyet'in ilk yıllarında Kabe'nin yerine geçici olarak kullanıldığına inanılan Petra şehri, bu dönemdeki ilginç ve az bilinen bir tarihi gerçeği temsil etmektedir.
Petra: Tarih ve Önemi:
Petra, bugünkü Ürdün sınırları içerisinde yer alan antik bir şehirdir. Nabatean Krallığı'nın başkenti olarak kurulan bu şehir, kaya oyma yapıları, tapınakları ve anıtsal mezarlarıyla ünlüdür. Nabateanlar, Petra'yı önemli bir ticaret merkezi haline getirmiş ve zengin bir kültürel mirasın oluşmasına katkı sağlamışlardır.
İslamiyet'in erken dönemlerinde, Mekke'de doğan ve peygamberlik görevini üstlenen Hz. Muhammed'in öncülüğünde, Müslümanlar ibadetlerini ilk olarak Kudüs'e yönelerek gerçekleştiriyorlardı. Ancak, İslam tarihinin altıncı yılında, Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye hicretiyle birlikte kıble yönünde bir değişiklik yaşandı. Artık Müslümanlar, ibadetlerini Kabe'ye yönelerek gerçekleştireceklerdi. Bu değişiklik, Kur'an'da da açıkça ifade edilmektedir.
Petra'nın İslamiyet'teki Rolü:
İslamiyet'in ilk yıllarında, Müslümanlar için Kabe'nin özel bir önemi vardı. Ancak, Mekke'deki Kabe'nin putperestlerin elinde olması ve Müslümanlara düşmanca davranmaları nedeniyle, Müslümanlar için ibadet etme mekanı olarak güvenli olmayabilir. Bu nedenle, bazı İslam tarihçileri ve araştırmacılar, İslam'ın ilk yıllarında Müslümanların geçici olarak Petra'ya yönelmiş olabileceğini düşünmektedir.
Petra'nın geçici bir kıble olarak kullanıldığına dair elimizde kesin kanıtlar olmasa da, bazı tarihçi ve araştırmacılar, bu teoriyi destekleyen bulguları ortaya koymuştur. Örneğin, bazı erken İslam dönemine ait eski haritalarda Kabe'nin Mekke'den ziyade Petra'ya doğru işaret edildiği görülmüştür. Ayrıca, İslam öncesi Arap kültüründe Petra'ya önemli bir değer verildiği ve kutsal kabul edilen bazı ritüellerin burada gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bu da, Petra'nın İslamiyet öncesinden gelen bir tarihsel öneme sahip olduğunu göstermektedir.
Sonuç:
Petra, İslamiyet'in erken dönemlerindeki ibadet uygulamalarıyla ilgili olarak ilginç bir teoriyi temsil eder. İslam'ın ilk yıllarında Müslümanların Petra'ya yönelip yönelmedikleri konusunda kesin bir kanıt olmamakla birlikte, tarihçiler ve araştırmacılar bu teoriyi tartışmaktadır. Bu tartışmalar, İslam'ın yayılma süreci ve ibadet uygulamalarının nasıl şekillendiği konusundaki derinlemesine anlayışımızı artırmaktadır.
Tarihsel ve Kültürel Bağlam: İslam öncesi Arap toplumunda Petra'nın önemli bir yer tuttuğuna dair tarihsel ve kültürel kanıtlar bulunmaktadır. Nabatean Krallığı'nın başkenti olan Petra, çeşitli putperest inançlar ve ritüeller için kullanılmıştır. Bu durum, İslamiyet'in ilk yıllarında bu alana olan ilginin devam etmiş olabileceğini düşündürmektedir. Kabe'nin Güvenliği Sorunu: İslam'ın doğuşu döneminde Kabe, putperestlerin elinde bulunuyordu ve Müslümanlara düşmanca davranıyorlardı. Bu nedenle Müslümanlar için ibadet etme mekanı olarak Kabe güvensiz olabilirdi. Petra ise daha güvenli bir alternatif olabilirdi ve bu sebeple Müslümanlar bu şehri kıble olarak seçmiş olabilirler. Mekke'nin Coğrafi Konumu: Kabe'nin bulunduğu Mekke, o dönemde büyük ticaret yollarının kavşağında yer alıyordu. Ancak, Petra da benzer bir ticaret merkeziydi ve İslam'ın yayılması için stratejik bir konumdaydı. İslam'ın yayılma sürecinde, Müslümanlar için merkezi bir yer olan Petra'nın kıble olarak tercih edilmiş olması mantıklı görünebilir. Mekke'ye Yönelik Eğilim: Kur'an'da Mekke'nin özel bir yeri olduğu belirtilir. Ancak, İslam'ın başlangıcında Mekke'ye karşı bir yönlenme olmadığına dair net bir kanıt bulunmamaktadır. Bu nedenle, İslam'ın ilk yıllarında Müslümanların kıble olarak Petra'ya yönelmiş olabilecekleri düşünülebilir. Tarihsel Haritalar ve İşaretler: İslam'ın ilk yıllarına ait bazı eski haritalarda, Kabe'nin Petra'ya işaret ettiği görülmüştür. Bu eski haritalar, Petra'nın İslam öncesi dönemden gelen bir tarihsel öneme sahip olduğunu ve bu nedenle İslamiyet'in erken dönemlerinde kıble olarak kullanılmış olabileceğini düşündürebilir.
Petra'nın Mimari ve Sembolik Önemi: Petra'nın benzersiz kaya oyma yapıları ve tapınakları, sembolik anlamlar taşıyan mekanlar oluşturuyordu. İslam'ın yayılma sürecinde, sembolizmin ve görsel etkinin önemi göz ardı edilemez. Bu bağlamda, Petra'nın mimari zenginliği ve sembolik anlamları, Müslümanlar için kıble olarak seçilmesini destekleyici bir faktör olabilir. Kaynak Eksikliği ve Yazılı Belgelerin Sınırlılığı: İslam'ın ilk yıllarına dair yazılı kaynakların sınırlı olması, geçmişe dair kesin bilgilere ulaşmayı zorlaştırmaktadır. Bu eksiklik, İslamiyet'in başlangıcındaki kıble tercihinin net bir şekilde belirlenmesini engellemektedir. Dolayısıyla, Petra'nın kıble olarak kullanılıp kullanılmadığına dair kesin bir bilgiye sahip olamamamız, bu teorinin daha fazla tartışılmasına neden olmaktadır. İslam'ın Evrimi ve Kabe'ye Dönüş: İslam, zamanla evrilmiş ve şekillenmiştir. Bu evrim sürecinde, Kabe'ye dönme geleneği öne çıkmış ve İslam topluluğunun birleştirici sembolü haline gelmiştir. İslam'ın daha sonraki dönemlerinde Kabe'ye yönelme geleneği öne çıksa da, İslam'ın ilk yıllarında farklı kıble tercihleri olabileceği düşünülebilir.

Kaynakça:
Hoyland, R. G. (2017). In God's Path: The Arab Conquests and the Creation of an Islamic Empire. Oxford University Press.
Crone, P. (1987). Meccan Trade and the Rise of Islam. Gorgias Press LLC.
Nevo, Y. (1995). The `Constitution of Medina': A Reconsideration. Israel Oriental Studies, 15, 57-125.
İhsanoğlu, E. (2010). The Idea of the Muslim World: A Global Intellectual History. Islamic Book Trust.
King, G. R. D. (1990). The historical significance of Petra. Bulletin of the American Schools of Oriental Research, 280, 1-16.

*

Bilim Tarihinin Önemi ve Aydın Sayılı: Bilimin Geçmişten Günümüze İzleri
Günümüzde bilim ve teknoloji, insanoğlunun yaşamını derinden etkileyen en önemli faktörlerden biridir. Ancak, bilimin geçmişi ve tarihi, bu alandaki gelişmeleri anlamak ve değerlendirmek için kritik bir öneme sahiptir. Bilim tarihi, bilimsel düşüncenin evrimini anlamak, büyük bilim insanlarının çalışmalarını takdir etmek ve geleceğe daha bilinçli adımlarla ilerlemek açısından büyük bir kaynaktır. Bu makalede, bilim tarihinin önemini ve bu alanda önemli katkılarda bulunan ilk bilim tarihçisi Aydın Sayılı'nın hayatını ve çalışmalarını ele alacağız.
Bilim Tarihinin Önemi
Bilim tarihi, insanlığın bilimsel düşüncenin gelişimi ve evrimi sürecindeki adımlarını inceleyen bir alandır. Bu alandaki çalışmalar, bize bilim insanlarının zorluklarla nasıl başa çıktığını, paradigma değişimlerinin nasıl gerçekleştiğini ve bilimsel metodolojinin nasıl geliştiğini anlama fırsatı sunar. Bilim tarihi, aynı zamanda bilim ve toplum arasındaki etkileşimi, bilimsel keşiflerin kültürel ve sosyal etkilerini ve bilimdeki ilerlemelerin toplumsal dönüşümlerle nasıl bağlantılı olduğunu anlamamızı sağlar. Bu önemli alandaki çalışmalar, büyük bilimsel atılımları anlamamızı ve takdir etmemizi sağlar. Örneğin, Kepler'in gezegen hareketlerini açıkladığı yasalar, Galileo'nun teleskopla astronomik gözlemleri, Newton'un hareket yasaları gibi temel bilimsel keşifler, günümüzdeki teknolojik ilerlemelerin temelini atmıştır. Aynı şekilde, bilim tarihi, bilimsel yöntemlerin nasıl geliştiğini ve nasıl evrildiğini anlamamıza da yardımcı olur.
Aydın Sayılı'nın Katkıları
Aydın Sayılı (1913-1993), Türk bilim tarihçiliğinin öncülerinden biri olarak kabul edilir. Sayılı, Harvard Üniversitesi'nde öğrenim gördü ve Türk bilim tarihini dünya çapında temsil eden bir isim haline geldi. Sayılı, özellikle İslam dünyasının bilim tarihine yaptığı katkıları inceleyerek, Batı'nın bilimsel mirasıyla olan etkileşimini aydınlatan önemli çalışmalar gerçekleştirdi. Sayılı'nın en önemli katkılarından biri, "Gökbilimde İslam Eserleri" adlı eseridir. Bu kitapta, İslam dünyasının gökbilim alanındaki eserleri ve bu alandaki önemli bilim insanları incelenir. Sayılı, İslam dünyasının bilimsel ilerlemelerinin Avrupa Rönesansı'na nasıl katkıda bulunduğunu ortaya koyarak, bilim tarihinin küresel boyutlarına dikkat çeker. Sayılı'nın çalışmaları, İslam dünyasının bilimsel mirasının küresel bilimsel ilerlemeye nasıl katkıda bulunduğunu anlamamıza yardımcı olmuş ve Türk bilim tarihçiliğine önemli bir pencere açmıştır.
Sonuç
Bilim tarihi, bilimsel ilerlemelerin ve düşüncenin evrimini anlamak için kritik bir kaynaktır. Bu alandaki çalışmalar, bilimsel keşiflerin toplumsal, kültürel ve dini bağlamlarını anlamamıza yardımcı olurken, Aydın Sayılı gibi bilim tarihçileri de bu alana önemli katkılarda bulunmuşlardır. Sayılı'nın çalışmaları, İslam dünyasının bilimsel mirasının küresel bilimsel ilerlemeye nasıl katkıda bulunduğunu anlamamıza yardımcı olmuş ve Türk bilim tarihçiliğine önemli bir pencere açmıştır.

Kaynakça:
Sayılı, A. (1960). "Gökbilimde İslam Eserleri". İstanbul Üniversitesi Yayınları.
Yılmaz, S. (2008). "Aydın Sayılı ve Bilim Tarihi Çalışmaları". Bilim ve Ütopya, 182, 66-72.
İhsanoğlu, E. (Ed.). (2003). "Aydın Sayılı: Bilim Tarihine Giriş." Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları.


 

 

 


+905353514297